13 Mayıs 2013 Pazartesi

TARÇINLI ELMA CİPSİ


GÜNAYDIN HERKESE,SERİN BİR ANKARA SABAHINA UYANDIK BUGÜN.....SANKİ KIŞ GERİ GELİYOR.DOĞA UYANDI ÇİÇEKLER AÇIYORKEN TAM YAĞMURLAR BAŞLADI....BU DA GEÇİCİ ,BİR HAFTA SONRA SICAKLAR GELİR VE O YAKICI SICAKTA BUNALTIR.YANİ SOĞUK OLSA SICAĞI,SICAK OLSA SERİN BİR HAVAYI ARIYORUZ....HERŞEYE RAĞMEN HAYAT GÜZEL YAŞAMAK GÜZEL,OĞLUM HERKESTEN,HERŞEYDEN GÜZEL..........VE ONUN İÇİN YAPTIĞIM TARÇINLI ELMA CİPSİ DE GÜZEL OLDU HANİ..........:ÇOCUKLAR CİPS YEMEYİ SEVER,MARKETLERDE SATILAN CİPSLERDEN UZAK TUTMAK EN DOĞRUSU BENCE..OĞLUMLA BİRLİKTE HAZIRLADIK BU CİPSİ ,SİZDE BÖYLE YAPIN ,KENDİ YAPTIĞINI YEMEYİ REDDETMEYECEKTİR.BENİM OĞLUM ÇOK SEVDİ,HER GÜN 'HADİ ANNE TARÇINLI ELMA YAPALIM' DİYOR .İSTEDİĞİNİZ SAYIDA ELMAYI KÜÇÜK KÜÇÜK DOĞRAYIN İSTEDİĞİNİZ ŞEKİLDE VE ÇOCUĞUNUZADA TARÇIN DÖKMESİNE İZİN VERİN.ÖNCEDEN ISITILMIŞ 180 DERECELİK FIRINDA  İSSTEDİĞİNİZ KIVAMA GELİNCEYE KADAR BEKLETİN.BEN 1 SAATİ YETERLİ BULDUM,ARA SIRA BAKIN Kİ KÖMÜR OLMASIN.........:)..AFİYET OLSUN......


9 Mayıs 2013 Perşembe

LİMONLU CHEESECAKE


çok farklı cheesecake tarifleri olduğunu gördüm.Diğerlerinide sizinle paylaşacağım.Farklı aromalar ,tatlarla yakında sizlerle olacak  ikinci cheesecake tarifim.


Malzemeler:
    Taban için:
  • 2 paket burçak bisküvi
  • 5 yemek kaşığı tereyağı
  • 1 nescafe fincanı süt
Krema için:
  • 2 paket labne peyniri(400 g)
  • 1 kutu krema(200 ml)
  •  2 yumurta oda sıcaklığında
  • 3 çorba kaşığı un
  • 1 çorba kaşığı mısır nişastası
  • 1limon kabuğu rendesi
  • 1 su bardağı şeker
  • 1 paket vanilya
Yapılışı:24 cm kelepçeli kalıbın içi yağlı  kağıt ile kaplanır.
Taban için bisküviler un haline getirilir.Tereyağı eklenir,karıştırılır.Süt azar azar ilave edilir,yumuşak karışım elde edilir.Kalıbın içine konur,diğer malzemeler hazırlanana kadar buzdolabında bekletilir.
Yumurtaların sarısı ve beyazı ayrı kaplarda mikserden geçirilir,beyazı kar gibi olana kadar çırpılır.
Yumurta sarısı,labne peyniri ve krema iyice çırpılır.Ayrı yerde elenmiş un,nişasta ve vanilya bu karışıma dökülür ve çırpılır,şeker ilave edilir tekrar çırpılır.
Mikserle çırptığımız yumurta akları en son bu karışıma ilave edilir ve bi kaşıkla karıştırılır.
Bisküvi tabanının üzerine krema dökülür,160 derece ısıtılmış fırında benmari usulü pişirilir.(benmari usulü pişirme nedeni,cheesecake i
koyduğumuz büyük tepsinin içine su koyarsak kurumadan buharla pişen cheesecake  in üzeri çatlamayacaktır.)
45 dakika üstü hafif kızarınca pişmiş demektir.
Üzerini ister limon dilimleri ile süsleyin ,isterseniz   hindistan cevizi serpip üzerine erittiğiniz  beyaz çikolatayı dökün,tamamen size kalmış,afiyet olsun.

4 Mayıs 2013 Cumartesi

DİLARA KOÇAK'TAN YAĞSIZ ELMALI KEK TARİFİ VE BİR GÜNLÜK BESLENME MENÜSÜ

Herkese merhaba...havalar ısındı,yaz mevsiminehızlı bir geçiş yaptık.Herşey rüya gibi....peki siz ?Formunuzdamısınız,kilolardan kurtuldukmu,daha iyi hissetmenize sebep olacak güzel görüntümüze ulaştıkmı?Herkes bunun çabasında hayatın kokusu takipçileri biliyorum:)ama acısız olması ,işkence çekmeden o görüntüye ulaşmak en güzeli ve bunun için çok basit yollar var,hemde eğlenceli......küçük bir defter tutun ve blogumdaki diyet ama  lezzetli tarifleri bu deftere liste halinde ekleyin ,yaptığınız yemeklerin resimlerini çekin ve her zaman bu yemekleri tatlıları yapın,böyle beslenmek yaşam şekliniz olsun.Acele etmeyin ,sağlıklı beslendikçe istediğiniz şekle bürüneceksiniz...



Malzemeler
Yarım çay bardağı esmer şeker(Esmer şeker yerine 1 tatlı kaşığı toz tatlandırıcı kullanabilirsiniz)
Yarım çay bardağı light süt
1 tane yumurta
1 çay bardağı kepekli un
Yarım çay bardağı iri dövülmüş
 ceviz
1 tatlı kaşığı tarçın
1 tane elma
Yarım paket kabartma tozu


Yumurta ve şekerimizi rengi beyazlaşıncaya kadar blendır yardımı ile güzelce çırpın. Elma dışındaki tüm malzemeleri ise buna ekleyerek bir süre daha karıştırın. Elmayı küp küp doğradıktan sonra ise hamura ekleyerek son kez bir daha kısa süreli olarak karıştırın. Önceden yağlanmış bir kek kalıbına bu hazırladığınız malzemeyi dökün ve 180 derecelik fırında, yaklaşık yarım saat üstü kızarıncaya kadar pişirin.


                                            BİR GÜNLÜK  BESLENME MENÜSÜ
Sabah: Yoğurt, kayısı, badem veya tam buğday ekmeği, peynir, ceviz
Ara: 1 bardak light süt, 1 meyve ile ceviz
Öğle: Sebze yemeği, 1 dilim ekmek, bazen bulgur pilavı ya da salata ve ızgara
Ara: Yarım simit, peynir veya  1 tost ve ya meyveli yoğurt
Akşam: Peynir ve salata veya balık ve salata
Ara: Kuru üzüm, beyaz leblebi, kuru yaban mersini, meyve, bitki çayı
Dilara Koçak tan sağlıklı beslenmeye bir örnektir.


















28 Nisan 2013 Pazar

BABAM ÖLMEMİŞ ANNE

Metrobüs'te gidiyordum. Önümdeki koltukta beş altı yaşlarında bir oğlan çocuğu ile kıyafetinden köyden gelmiş olabileceğini düşündüğüm annesi oturuyorlardı.
Çocukla annesi ara ara bir şeyler konuşuyorlardı. Daha çok susuyorlardı. Gene uzun bir suskunluktan sonra, çocuk yüksek sesle “anneeeee, babam dün gece rüyama geldiiiii, ölmemiş!” dedi. Anne sustu, ama oğluna baktı. Oğlan devam etti; “bana dedi ki oğlum ölmedim, kalbim çok sancıyor, ağrıyor bir şey söyle de onu yapayım, ölmeyeyim, dedi. Bir şey diyemedim anne, ne deseydim?” Anne çocuğuna “sus, tamam” dedi ve yüzünü ileriye çevirdi... Çocuk “ne deseydim anne?” diye üsteledi. Anne “sus bak, şöför amca kızıyor” dedi. Çocuk ileriye baktı ama -metrobüs çok uzun olduğundan- şoför moför göremedi. “Şoför nerede?” dedi. Sen göremezsin, bana söyledi, dedi anne ve gene sustular. Son durağa kadar bir daha da konuşmadılar.
İçim cız etti. Babasının kaybını yaşayan bir küçük çocuk, konuşmak, paylaşmak ve anlamak istiyor... Kocasının kaybını yaşayan, oğluyla dünyada kalmış bir anne ne diyeceğini, nasıl diyeceğini bilemiyor...
Belki eve gidince anne “şimdi anlat bakayım şu rüyanı” demiştir.
• Babam geldi, kalbini tutuyordu, oğlum, ölmedim kalbim çok sancıyor, ağrıyor, bir şey söyle de onu yapayım, ölmeyeyim dedi. Ne deseydim anne?
• Babanı rüyanda gördün ha, benim aslan oğlum. Peki sen ona ne dedin?
• Bilemedim işte anne, sana soruyorum.
• Hadi gel beraber düşünelim. Ben de şimdi ilk an bilemedim. Zor bir rüyaymış. Önce rüyalar nedir, bilmek ister misin?
• Heee anne.
• Yaşamımız içinde başımıza bir dolu olay geliyor ya... İşlerimizi yaparken, sokakta, okulda bir çok insanla karşılaşıyoruz, konuşuyoruz ya... işte onlardan bazıları bizi derinden etkilerler. Biz bazen bu etkileri hemen hissedemeyebiliriz. Ama içimiz hisseder, etkilenir. İşte onların bir kısmını gece uykumuzda rüyalarımızda görürüz. Rüyalar gerçek değildir amma gerçek olaylardan etkilenebilirler. Rüya neymiş anladın mı?
• Hani geçen bana oyuncak almamıştın ya, ben o oyuncağı sonra rüyamda görmüştüm, ağaçtaydı ben de ona ulaşamıyordum. Onun gibi mi?
• Hah, affferin benim aslan oğluma... Şimdi biz babanı geçen hafta kaybettik ya... Sen babanı çok seviyordun di mi?
• Evet anne...
• Baban da seni çoook seviyordu. Ama bizim bilemediğimiz bir düzen var dünyada, bazen insanlar sağlıklarına dikkat etmediklerinden bazen de ecel dediğimiz şeyden dolayı göçüp gidiyorlar. Ama nereye biliyor musun?
• Nereye anne?
• Çook uzaklara gidiyorlar, bu dünyanın ötesinde başka bir dünya daha var. Oraya gidiyorlar. Oraya en güzel gidiş çoook uzun yıllar ve sağlıklı biçimde yaşamış olarak gitmek. Ama baban biraz erken gitti. Onun için o da çok üzgündür şimdi. Seni bıraktı burada ya, sana artık dokunamayacak, sarılamayacak ya... Sanırım onun için üzülmüş gelmiş, kalbim ağrıyor, diyerek senden yardım istiyor. Aslında sana demek istiyor ki; “oğlum, benim kalbim çok ağrıyor, seni de anneni de çok özledim, arada ben senin rüyana geldiğinde bana beni sevdiğimi söyle, ben de sana seni sevdiğimi söyleyeyim, sarılalım, sen bana ben sana sarılayım biraz hasret giderelim. Anneni de yalnız bırakma, onun için de çok üzülüyorum ona artık sen destek olacaksın” demek istiyor. Şimdi anladın mı, onu bir daha rüyanda gördüğünde ne demen gerekiyormuş?
• Anladım anne.
• Ne diyecekmiş peki benim aslan oğlum bir daha babasını görünce?
• Baba, diycem, üzülme, kalbin de acımasın, ben seni çok seviyorum, annemi de seviyorum. Anneme de iyi bakıcam, sarılalım mı baba, diycem.
• Aslan oğlum benim...
• Anne babamı ziyarete gidelim mi?
• Nasıl gideceğiz peki? O öbür dünyada...
• E işte biz de ölelim işte...
• Haaa, onu diyorsun. Yok o öyle olmuyor. Bize bu canı Allah verdi, ne zaman alacağını da o biliyor... Bize düşen görev, bu dünyada en iyi biçimde yaşamak ve hem kendimize hem çevremize iyilik yapmak... Bunu yapmadan gitmek doğru olmaz. Şimdi biz öyle güzel yaşayacağız ki, sen de ben de çok mutlu olacağız. Bu mutluluğun içinde babana da çok teşekkür edeceğiz ve onun da orada mutlu olmasını sağlayacağız. Ama bak yarın ne yapcağız, birlikte babanın mezarına gideceğiz. O bizi oradan da -aslında istesek buradan da- duyar. Ona söylemek istediklerimizi orada söyleyeceğiz. Onunla konuşmalarımızı içimizden geçirsek o bizi duyabilir. Öyle yapacağız, anlaştık mı?
• Tamam anne? Anne, sen de görüyor musun babamı rüyanda?
• Haaa bak ben de dün akşam gördüm sana onu anlatacaktım da, otobüs çok kalabalık ya, tanımadığımız insanlar bizim özel hayatımızdan belki rahatsız olurlar diye orada seni susturmuştum, evimizde rahat rahat konuşuruz, hem ben de sana benim rüyamı anlatırım diye istemiştim.
• Ne yapıyordu babam? Kalbi acıyor muydu?
• Ben de işte onu anlatacaktım. Bana dedi ki dün oğlumun rüyasına girdim, sana da geldim ki sen de şaşırmayasın. Bak hanım, dedi. Ben seni de oğlumu da çok seviyorum. Ne yazık ki erken ayrılmak zorunda kaldım aranızdan. Size şunları demek istedim, diyemeden gittim, bari rüyalarda diyeyim. İkiniz de benim için çok önemlisiniz, oğluma de ki onun çok iyi bir insan olması, kendine çok iyi bakması benim kalbime çok iyi gelecek. O iyi yaşadıkça benim de kalbim çok iyi olacak, burada çok mutlu olacağım. Ben biliyorum yıllar sonra siz de buraya geleceksiniz tekrar birlikte olacağız. Bunu biliyorum. Siz o dünyada dilediğiniz gibi, birlikte güzel güzel yaşayın benim kalbime bu çok iyi gelir. Ben oğlumun rüyasına daha sonra bir daha girdiğimde bana bunları söylesin, dedi.
• Niye ağlıyorsun anne?
• Neden ağlamayayım oğlum, bir kere babanı özledim, ondan ağlıyorum. Bir de baban bizi ne kadar seviyormuş onu öğrendim, ondan duygulandım. Ondan işte. Hadi artık yatalım mı, belki baban rüyamıza gelir gene...
• Her akşam gelsin anne...
• Bakalım oğlum, Gel bir sarılayım sana bakayım... Biz oğlumla çoook uzun yıllar birlikte yaşıycaaaaz, oğlum büyüyceeek kocaman olacaaaak, aslan oğlum benim.
Nurdoğan Arkış (23.05.2012)

DOĞAN CÜCELOĞLU'NDAN .....

Nurdoğan Arkış birlikte eğitim verdiğim değerli bir sosyal bilimci. Geçenlerde sohbet ediyorduk, o gün tanık olduğu bir olayı anlattı. Olayı onun gözünden dinledim. Öyküyü dinlerken gözüm yaşardı; içimde bir hüzün oluştu.

Çocuğun yalnızlığını düşündüm.
Çocuk yalnızdı, ama yaşadığı duygulara, “yalnızlık” diyebilecek bir bilince henüz sahip değildi.
Anne yalnızdı, ama yaşadığı duygulara ne anlam vereceğini sorgulayamayacak kadar kalıplanmış ve kurutulmuştu. Bildiği, kendine yapıldığı gibi, korkutmaktı. Konuşturmamaktı. Anne yalnızdı ve korkuyordu.
Beslense büyüyüp gelişip ulu bir meşe ağacı olacak potansiyeli olacak olan meşe palamudu ortamını bulamayınca nasıl bir cılız ağaç olacaksa, bu çocuk da gelişemeyecekti.
Bu öykünün sizlerle paylaşılmasını istedim; “Nurdoğan, bu öyküyü yazsana, lütfen,” dedim.
Geçen gün mesaj geldi.
“Hocam öyküyü yazdım,” diyordu ve bağlantısını veriyordu: http://www.nurdoganarkis.com/index.php?sayfa=icerik_goster&id=333
Umarım okursunuz.
Selamlar, sevgiler,
Doğan Cüceloğlu

27 Nisan 2013 Cumartesi

VİZYONDAKİ FİLMLER

elles-Parisli iyi bir gazeteci olan Anne Elle dergisi için bir yazı hazırlamaktadır.Bu yazı fahişelik yapan genç kızlar hakkındadır. Fahişe olan Alicja ve Charlotte 
ile vakit geçirdikçe Anne kendi ailesi, evliliği ve cinselikle ilgili düşüncelerini yeniden gözden geçirmeye başlar.vizyon tarihi,8 mart 2013,tür,dram.


 Yolda-On The Road Sal Paradise genç bir yazardır. Babasının ölümünün ardından, eski sabıkalı Dean Moriarty ile tanışır. Dean, özgür ruhlu ve baştan çıkarıcı Marylou ile evlidir. Sal ve Dean kısa sürede arkadaş olurlar. 

Sınırları belli bir hayata mahkûm olmamak amacıyla tüm bağlarını koparan iki kafadar, yanlarına Marylou’yu da alarak yola çıkarlar. Özgürlük düşkünü bu üç genç insan yolda dünyayı, başka insanları ve kendilerini keşfedeceklerdir.22mart 2013 te vizyona girmiştir.dram,macera türündedir.
Aşk Kırmızı-Zeynep ve Ferhat birbirine çok seven bir çifttir. Bu mutluluk Ferhat ın ilk aşkı olan Nazlı nın tekrar hayatlarına girmesiyle bozulacaktır. İki kadın arasında kalan Ferhat büyük bir ikilem yaşamaktadır. bir tarafta çok sevdiği ve asla ihanet etmek istemediği karısı diğer tarafta ilk aşkı ve hala unutamadığı Nazlı. Üç kişilik aşk çıkmazı ve bu üç kişinin yaşadığı bunalımlı zamanlar ve zor kararlar.15mart 2013 te vizyona girdi.türü romantik...

ÇALIŞAN ANNE OLMAK

İsmini saklı tuttuğum çalışan bir anneden mektup aldım. Çağımızın önemli bir sorununu kendi yaşamından örnek vererek sorgulamama yol açtı. Bu mektubu sizlerle paylaşmak istiyorum. Siz ya da tanıdığınız bir yakınınız aynı durumda olabilir.
Sevgili Doğan Bey,
Biri 5,5 diğeri 2,5 yaşında iki erkek çocuk annesiyim. Çalışmak beni hayatta önemli hissettiren bir meşgale, ancak çalıştığım zaman kendimi önemli hissediyorum. Bunda geçmişimin ve ayrı anne babanın çocuğu olarak büyümemin etkisi çok sanırım; bu ayrı ve uzun bir mevzuu.. Sizinle paylaşmak istediğim ülkemde çalışan ve çocuklu bir anne olmanın ne kadar zor olduğu.
Çalışan çocuklu anne olmanın benim yaşamımda en önemli zorluğu diğer kadınların, özellikle çalışmayan kadınların, beni eleştirmesi oldu. Zaten içten içe çekiştiğim bir vicdanım varken ve onu bastırmaya çalışırken, çalışmayan annelerin beni dolaylı olarak kötü anne olarak eleştirmeleri ve motivasyonumu bozmaları dayanamayacağım bir yük gibi geliyor.
Ben her iki oğlumda 9 aylık olduğunda çalışma hayatıma geri döndüm. İnanın iş-çocuklar ev işleri hiç bir şey beni etrafımdan en yakın tanıdıklarımın desteksizliği ve eleştirileri kadar yormadı. En zor günlerimi inatla atlattım. Ancak o kadar çok inat edip içime attım ki artık bu durum işime ve psikolojime yansıdı. Kendimi yeteri kadar başarılı göremez, her şeyi yarım yarım yaptığımı düşünür hale geldim. Çalıştığım şirkette üst yönetimde olduğumdan artık iş yerimdeki problemleri de büyütüp kafaya takan ve sıkıntı yapan bir insan oldum. 

Bu sebeple en sonunda bir ay önce yönetimle konuşarak, halledebileceğim bir mevzuyu istifa ederek çözüp, işyerimden ayrıldım. Çalışan anne (çocukları ile yeterince ilgilenmeyen anne) olma durumu beni o kadar çok yordu ki, kendimi anne olma (çalışmayan kadınlara göre gerçek anne) olma durumunu kabullenmiş olarak evimde buluyorum.
Sizin bir televizyon programınızda bahsettiğiniz gibi kadınlarımız o kadar kendine güvensiz ki bu güvensizliği iyi anne olma adı altında çocuklarının üzerinde göstermeye çalışarak kamufle etme çabasında. Maalesef bu yüzden ülkemizde çalışan başarılı anne sayısı çok az, bunu başaran kadınlarında gerçekten çok çok büyük destek ve takdire ihtiyacı var. Bu konuyu da bir başka televizyon programınızda işlerseniz çok memnun olurum.
Saygılarımla,
İsim Soyadı
Mektubu okudunuz. Bir yanda çocuğun anneye sahip olma hakkı, diğer yanda meslek sahibi üretken bir insan olan meslek sahibi kadının mesleğinde çalışma hakkı var. Her ikisi de kendi gereksinmelerinin karşılandığı, kazançlı çıktığı bir ilişki içinde nasıl olabilir?
Geçenlerde bir seminerde konuşurken ağzımdan şu cümle çıktı sonra bu cümleye sahip çıktım ve çok benimsedim:
Bir toplumun bilgeliği çocuklarına verdiği değer kadardır.
Çocuklarına değer veren bir toplumun anneleri çalışmaz mı? Annenin çalışmayan bir anne olması gereği var mı? Bir insan olarak hakkının yendiğini düşündüğü bir toplumsal ortamda anne gerçekten sağlıklı ve iyi bir anne olabilir mi?
Çocuklarına değer veren bilge bir toplumda anne ile çocuk arasında yer alması gereken ilişkide;
- Ailenin diğer üyelerine düşen sorumluluklar var mı?
- Komşulara, tanıdık bildiklere, yakın arkadaşlara düşen sorumluluklar var mı?
- Şirketlere düşen sorumluluklar var mı?
- Topluma ve toplumun organize olmuş bilincini temsil eden devlete düşen sorumluluklar var mı?
- Tüm dünya sermayelerine ve dünya devletlerine düşen sorumluluklar var mı?
Evet, var, diyorsanız, bu sorumluluklar nelerdir?
Hayır, yok, diyorsanız, niçin yok?
Düşüncelerinizi paylaşırsanız sevinirim. Bunun için iletişim formunu kullanabilirsiniz.
Doğan Cüceloğlu (06.05.2012)

25 Nisan 2013 Perşembe

HEPİMİZ BAŞARILI OLABİLİRİZ....

Doğan Cüceloğlu'nun en son makalelerinden biri 'Hepimiz Başarılı Olabiliriz'...........okuyun ve başarılı olabilme düşüncesini  hayata geçirme isteğini, coşkuyla sizde içinizde hissedin.
 


    Basket bir takım oyunudur, diyor Koç John Wooden, UCLA olarak bilinen Los Angeles’taki Kaliforniya Üniversitesi basket takımının koçu. Kendisi, “bir basket için on el gerekir” sloganıyla takımını çalıştırıyor ve sürekli şu üç ilkeyi takip ediyor: 1- ‘Oyunun temellerini kavra ve uygula’ diye Türkçe’ye aktardığım ‘fundamentals,’ 2- Kondisyon (condition) ve 3- Takım ruhu (team spirit)."
UCLA üniversite yönetimi, dünyaca ünlü Bill Watson ve Kareem Abdul-Jabbar gibi iki oyuncusunun forma numaralarını onlara tahsis etmeye karar veriyor. Bu karardan sonra artık 32 ve 33 numaralı formaları onlardan başka hiç kimse giyemiyor.
Koç Wooden bu karara itiraz ediyor. Bu numaralar takımındır, şahsa ait değildir , diyor. Ama çoğunluk farklı düşündüğü için onun sözü dinlenmiyor ve 32 numarayı Bill Watson’a ve 33 numarayı Kareem Abdul-Jabbar’a (o zaman ki adıyla, Lewis Alcindor, Jr.) veriyorlar. Takımın isminin takım olarak bir anlam ifade edebilmesi için, o takımdaki numaraların takımın ruhunu ifade etmesi gerekir, diyor Wooden. “Steve Peterson 1970 ve 1971’de 32 numarayı giymiştir ve UCLA takımının şampiyonluğa yükselmesinde büyük katkıları olmuştur. Yine 1956’da takımına iyi oyunuyla büyük katkıları olan Nolan Johnson 33 numarayı giymiştir,” diye hatırlatıyor.
Bu numaralar belirli bir oyuncunun şahsına inhisar ettirilince, daha önce bu numaraları giymiş insanlara ne mesajı veriyoruz, farkında mısınız, diye soruyor Wooden. Takımın bütünlüğünü bozuyorsunuz, bu numaraları giymiş olanlara, yeteri kadar iyi değildiniz, derken, gelecekte bu takımda oynayacaklara da aslında biz bir takım değiliz, bireylerin isim yapması için takım bir bahane, mesajını veriyoruz, diyor.
Halbuki, John Wooden’ın gözünde, her bir takım oyuncusu başarılı olabilir. Onun başarı anlayışı ilginçtir ve bence üzerinde önemle durulması gereken bir felsefeyi yansıtır.
Koç John Wooden için başarı, her şeyden, önce bir iç huzurudur. Ama bu kendine özgü, özel bir iç huzurudur. Bu iç huzurunun temelinde bilmek ve inanmak yatar. Neyi bilmek, neye inanmak? Elinden gelenin en iyisini yaparak olabileceğinin en iyisi olmaya gayret etmiş olduğunu bilmek ve gerçekten bunu böyle yaptığına tüm varlığınla inanmak. Yapabileceğinin en iyisini yapmaya gayret ederek olabileceğinin en iyisi olmaya gayret ettiğine inanmak insana bir tatmin duygusu verir. Bu insan dingindir. İşte bu dinginlik başarının ta kendisidir.
Bu anlamda, der Koç Wooden, benim takımda herkes başarılıdır ve bu takımın onurlu üyeleri olmayı hak etmişlerdir. Ve ilave eder, “onları basket sayısına göre ayırt ederek ödüllendirmek, oyuncuların gayretine ve takım ruhuna ters düşer ve takımı yaralar.”
John Wooden’ın duyarlığı, değerleri ve düşünceleri sadece bir basket takımı için mi geçerli? Sağlıklı bir aile kültürünün temellerini oluşturamaz mı? Ayrıca başarının tanımının böyle yapıldığı bir okul ortamında oluşan gerçek öğrenme şevkini hayal edebiliyor musunuz?
Bu yaklaşımın toplumun ‘BİZ’ kültürünün temellerini oluşturacağına inanıyorum.
Şöhreti, mevki makamı, görevi, dili, dini, ırkı, cinsiyeti ne olursa olsun hepimiz bir ailenin, bir okulun, bir şirketin, bir toplumun takımında yer alıyoruz.
Hepimiz başarılı olabiliriz.
Doğan Cüceloğlu (21.04.2013)

Hayatın kokusu

Translate