ANNE VE BEBEK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ANNE VE BEBEK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Mayıs 2013 Salı

EĞİTİMİN DOĞAL SÜRECİ VE İLK KREŞ GÜNLERİ


              Merhaba hayatın kokusu takipçileri,hepinize günaydın.Oğlum kreşe başladı ;yarın bir hafta olacak. Ağustos ayında 3 yaşını dolduracak,eylülde vermeyi düşünüyorken birden bu kreş mevzusu gündeme geldi.Poyrazım,aşkım, çok hareketli,girişken,öğrenme isteğiyle dolu bir çocuk(maaşallah).Ve onda gördüğümüz bu gelişmeler, biran evvel başlaması gerektiği düşüncesini getirdi bize...Bu yaşa kadar anneyle geçirdiği zaman  ve annenin ,babanın verdiği eğitimden sonra  kreş , eğitiminin  devamı için gerekliydi.Evde, anne çocuğuyla muhakkak ilgileniyor.Ama bu yetersiz kalıyor.Anne devamlı ilgilenemeyince , gündelik işleriyle de meşgul olunca bir zamandan sonra kaliteli bir zaman geçirmesi için çocuğunu kreşe göndermekte çözüm buluyor benim gibi......
             Anne ve çocuğun arasında bu yaşa kadar olan duygusal bağ ,sevgi,  işleri biraz zorlaştırıyor.ilk 3 gün hiç problem çıkarmadan okuluna gitti,her şey yolundaydı;bu, benide öğretmenlerini de şaşırttı aslında,öğretmeni"çok uyumlu bir çoçuk,bize sorun çıkarması gerek" dedi.ilk defa benden ayrıldığı için doğal olarak diğer çocuklar gibi ağlamasını ,zor ayrılmasını bekliyorduk.Ben, mutlu oldum uyumlu olmasına  ama içten içe ağlıyordum oğlumdan ayrıldığıma............. farkettimki zamanla;oğlum,duygularını bastırıyor ve bu da ileride sorun çıkması demek.Her şey doğal sürecinde devam etmeli .....ve bugün oğlum,""okula gitmeyeceğim "diye ağlarken; gözlerinden süzülen yaşlar benimkilerle birleşti  ve gönlüme yara oldu sanki...güçsüz olmak ,güçsüz görünmek istemiyorum,vazgeçmemeliyiz.Oğlum ,okuluna alışacak ,bir hafta sonra daha istekli olacak biliyorum,olması gereken bir süreci yaşıyoruz.Bu günleri ,şimdi olmazsa bir kaç ay sonra, o zaman da olmazsa seneye yaşayacağız.Bu yollardan elbet geçeceğiz herkes gibi........
                                                                                                                          Hayatın kokusu




28 Nisan 2013 Pazar

BABAM ÖLMEMİŞ ANNE

Metrobüs'te gidiyordum. Önümdeki koltukta beş altı yaşlarında bir oğlan çocuğu ile kıyafetinden köyden gelmiş olabileceğini düşündüğüm annesi oturuyorlardı.
Çocukla annesi ara ara bir şeyler konuşuyorlardı. Daha çok susuyorlardı. Gene uzun bir suskunluktan sonra, çocuk yüksek sesle “anneeeee, babam dün gece rüyama geldiiiii, ölmemiş!” dedi. Anne sustu, ama oğluna baktı. Oğlan devam etti; “bana dedi ki oğlum ölmedim, kalbim çok sancıyor, ağrıyor bir şey söyle de onu yapayım, ölmeyeyim, dedi. Bir şey diyemedim anne, ne deseydim?” Anne çocuğuna “sus, tamam” dedi ve yüzünü ileriye çevirdi... Çocuk “ne deseydim anne?” diye üsteledi. Anne “sus bak, şöför amca kızıyor” dedi. Çocuk ileriye baktı ama -metrobüs çok uzun olduğundan- şoför moför göremedi. “Şoför nerede?” dedi. Sen göremezsin, bana söyledi, dedi anne ve gene sustular. Son durağa kadar bir daha da konuşmadılar.
İçim cız etti. Babasının kaybını yaşayan bir küçük çocuk, konuşmak, paylaşmak ve anlamak istiyor... Kocasının kaybını yaşayan, oğluyla dünyada kalmış bir anne ne diyeceğini, nasıl diyeceğini bilemiyor...
Belki eve gidince anne “şimdi anlat bakayım şu rüyanı” demiştir.
• Babam geldi, kalbini tutuyordu, oğlum, ölmedim kalbim çok sancıyor, ağrıyor, bir şey söyle de onu yapayım, ölmeyeyim dedi. Ne deseydim anne?
• Babanı rüyanda gördün ha, benim aslan oğlum. Peki sen ona ne dedin?
• Bilemedim işte anne, sana soruyorum.
• Hadi gel beraber düşünelim. Ben de şimdi ilk an bilemedim. Zor bir rüyaymış. Önce rüyalar nedir, bilmek ister misin?
• Heee anne.
• Yaşamımız içinde başımıza bir dolu olay geliyor ya... İşlerimizi yaparken, sokakta, okulda bir çok insanla karşılaşıyoruz, konuşuyoruz ya... işte onlardan bazıları bizi derinden etkilerler. Biz bazen bu etkileri hemen hissedemeyebiliriz. Ama içimiz hisseder, etkilenir. İşte onların bir kısmını gece uykumuzda rüyalarımızda görürüz. Rüyalar gerçek değildir amma gerçek olaylardan etkilenebilirler. Rüya neymiş anladın mı?
• Hani geçen bana oyuncak almamıştın ya, ben o oyuncağı sonra rüyamda görmüştüm, ağaçtaydı ben de ona ulaşamıyordum. Onun gibi mi?
• Hah, affferin benim aslan oğluma... Şimdi biz babanı geçen hafta kaybettik ya... Sen babanı çok seviyordun di mi?
• Evet anne...
• Baban da seni çoook seviyordu. Ama bizim bilemediğimiz bir düzen var dünyada, bazen insanlar sağlıklarına dikkat etmediklerinden bazen de ecel dediğimiz şeyden dolayı göçüp gidiyorlar. Ama nereye biliyor musun?
• Nereye anne?
• Çook uzaklara gidiyorlar, bu dünyanın ötesinde başka bir dünya daha var. Oraya gidiyorlar. Oraya en güzel gidiş çoook uzun yıllar ve sağlıklı biçimde yaşamış olarak gitmek. Ama baban biraz erken gitti. Onun için o da çok üzgündür şimdi. Seni bıraktı burada ya, sana artık dokunamayacak, sarılamayacak ya... Sanırım onun için üzülmüş gelmiş, kalbim ağrıyor, diyerek senden yardım istiyor. Aslında sana demek istiyor ki; “oğlum, benim kalbim çok ağrıyor, seni de anneni de çok özledim, arada ben senin rüyana geldiğinde bana beni sevdiğimi söyle, ben de sana seni sevdiğimi söyleyeyim, sarılalım, sen bana ben sana sarılayım biraz hasret giderelim. Anneni de yalnız bırakma, onun için de çok üzülüyorum ona artık sen destek olacaksın” demek istiyor. Şimdi anladın mı, onu bir daha rüyanda gördüğünde ne demen gerekiyormuş?
• Anladım anne.
• Ne diyecekmiş peki benim aslan oğlum bir daha babasını görünce?
• Baba, diycem, üzülme, kalbin de acımasın, ben seni çok seviyorum, annemi de seviyorum. Anneme de iyi bakıcam, sarılalım mı baba, diycem.
• Aslan oğlum benim...
• Anne babamı ziyarete gidelim mi?
• Nasıl gideceğiz peki? O öbür dünyada...
• E işte biz de ölelim işte...
• Haaa, onu diyorsun. Yok o öyle olmuyor. Bize bu canı Allah verdi, ne zaman alacağını da o biliyor... Bize düşen görev, bu dünyada en iyi biçimde yaşamak ve hem kendimize hem çevremize iyilik yapmak... Bunu yapmadan gitmek doğru olmaz. Şimdi biz öyle güzel yaşayacağız ki, sen de ben de çok mutlu olacağız. Bu mutluluğun içinde babana da çok teşekkür edeceğiz ve onun da orada mutlu olmasını sağlayacağız. Ama bak yarın ne yapcağız, birlikte babanın mezarına gideceğiz. O bizi oradan da -aslında istesek buradan da- duyar. Ona söylemek istediklerimizi orada söyleyeceğiz. Onunla konuşmalarımızı içimizden geçirsek o bizi duyabilir. Öyle yapacağız, anlaştık mı?
• Tamam anne? Anne, sen de görüyor musun babamı rüyanda?
• Haaa bak ben de dün akşam gördüm sana onu anlatacaktım da, otobüs çok kalabalık ya, tanımadığımız insanlar bizim özel hayatımızdan belki rahatsız olurlar diye orada seni susturmuştum, evimizde rahat rahat konuşuruz, hem ben de sana benim rüyamı anlatırım diye istemiştim.
• Ne yapıyordu babam? Kalbi acıyor muydu?
• Ben de işte onu anlatacaktım. Bana dedi ki dün oğlumun rüyasına girdim, sana da geldim ki sen de şaşırmayasın. Bak hanım, dedi. Ben seni de oğlumu da çok seviyorum. Ne yazık ki erken ayrılmak zorunda kaldım aranızdan. Size şunları demek istedim, diyemeden gittim, bari rüyalarda diyeyim. İkiniz de benim için çok önemlisiniz, oğluma de ki onun çok iyi bir insan olması, kendine çok iyi bakması benim kalbime çok iyi gelecek. O iyi yaşadıkça benim de kalbim çok iyi olacak, burada çok mutlu olacağım. Ben biliyorum yıllar sonra siz de buraya geleceksiniz tekrar birlikte olacağız. Bunu biliyorum. Siz o dünyada dilediğiniz gibi, birlikte güzel güzel yaşayın benim kalbime bu çok iyi gelir. Ben oğlumun rüyasına daha sonra bir daha girdiğimde bana bunları söylesin, dedi.
• Niye ağlıyorsun anne?
• Neden ağlamayayım oğlum, bir kere babanı özledim, ondan ağlıyorum. Bir de baban bizi ne kadar seviyormuş onu öğrendim, ondan duygulandım. Ondan işte. Hadi artık yatalım mı, belki baban rüyamıza gelir gene...
• Her akşam gelsin anne...
• Bakalım oğlum, Gel bir sarılayım sana bakayım... Biz oğlumla çoook uzun yıllar birlikte yaşıycaaaaz, oğlum büyüyceeek kocaman olacaaaak, aslan oğlum benim.
Nurdoğan Arkış (23.05.2012)

DOĞAN CÜCELOĞLU'NDAN .....

Nurdoğan Arkış birlikte eğitim verdiğim değerli bir sosyal bilimci. Geçenlerde sohbet ediyorduk, o gün tanık olduğu bir olayı anlattı. Olayı onun gözünden dinledim. Öyküyü dinlerken gözüm yaşardı; içimde bir hüzün oluştu.

Çocuğun yalnızlığını düşündüm.
Çocuk yalnızdı, ama yaşadığı duygulara, “yalnızlık” diyebilecek bir bilince henüz sahip değildi.
Anne yalnızdı, ama yaşadığı duygulara ne anlam vereceğini sorgulayamayacak kadar kalıplanmış ve kurutulmuştu. Bildiği, kendine yapıldığı gibi, korkutmaktı. Konuşturmamaktı. Anne yalnızdı ve korkuyordu.
Beslense büyüyüp gelişip ulu bir meşe ağacı olacak potansiyeli olacak olan meşe palamudu ortamını bulamayınca nasıl bir cılız ağaç olacaksa, bu çocuk da gelişemeyecekti.
Bu öykünün sizlerle paylaşılmasını istedim; “Nurdoğan, bu öyküyü yazsana, lütfen,” dedim.
Geçen gün mesaj geldi.
“Hocam öyküyü yazdım,” diyordu ve bağlantısını veriyordu: http://www.nurdoganarkis.com/index.php?sayfa=icerik_goster&id=333
Umarım okursunuz.
Selamlar, sevgiler,
Doğan Cüceloğlu

13 Nisan 2013 Cumartesi

KIYASLANAN ÇOCUK

 Merhaba tekrar, bugün sizlerle  kitaplarını severek okuduğum,programlarını dikkatle izlediğim çok değerli bir yazarın; Doğan Cüceloğlu'nun bir yazısını paylaşmak istiyorum...Kıyaslanan Çocuk yazısıyla yine bizleri aydınlattı.Biliriz kıyaslamak iyi değildir,başarıya değil,başarısızlığa götürür.Doğan Cüceloğlu'nun etkili dili ile tekrar  hafızalarınızı yenileyin ve çocuklarınıza gerektiği gibi davranın ....

 



 Öğretmen olsaydım nelerin farkında olmak isterdim? Sık sık bu soru aklımdan geçer. Her şeyden önce, her bir çocuğun muhteşem bir potansiyel olduğunu aklımdan çıkarmazdım.
Bu potansiyele nasıl yaklaşılmalı? Bu potansiyeli kalıplamaya değil, bu potansiyeli geliştirmeye çabalardım. Potansiyel olduğunun farkında olmanın yetmediğini bilir, bu potansiyeli kalıplamadan geliştirmek sorumluluğunu da almak isterdim. (‘Kalıplamak’ nedir, ‘geliştirmek’ nedir, konularını başka yazılarımda, özellikle Keşkesiz Bir Yaşam İçin İletişim kitabımda ele alıp irdelediğim için burada ayrıntılarına girmiyorum.)
Ayrıca her bir çocuğun birbirinden farklı olduğunu da unutmazdım. Yani her bir çocuk muhteşem bir potansiyel, ama bir çocuğun potansiyeli diğer bir çocuğun potansiyelinden farklı olabilir. İnsan beyni kendimizi ve dünyayı anlamlandırmak için birçok işlevi sürdürür. Dış dünyayı duygu organlarıyla duyumsarız, çocuklar arasında duyu organlarının duyarlılığı ve işlevleri bakımından farklar olabilir, biri çok iyi görürken öbürü çok iyi işitebilir. Duyu organlarından gelen duyumları bir araya getirir, daha önceki birikimleri de devreye sokarak anlamlandırırız. Bu süreçler yer alırken dikkatin yoğunluğu ve süresi önemlidir. Algılanan ve anlamlandırılan deneyimlerin depolanması gerekir. Depolanma sürecinde, yani belleğe kayıt sürecinde, aksaklıklar önemli öğrenme zorlukları yaratır. Belleğe depolanan bilgilerin sistemli bir şekilde kaydedilmesi gerekir ki, istendiği zaman geri çağırabilelim ve hatırlayalım. Sadece kayıt zamanında değil, geri çağırma zamanında da aksaklıklar oluşur. Bilinen bilgilerle yeni öğrenilen bilgilerin ilişkilendirilmesi ve yeni sentezlerin oluşması gerekir. Bütün bu beyinsel işlevlerde çocuklar doğal olarak farklılıklar gösterirler.
Çocukların beyinlerinin işleyişinden kaynaklanan farklılıklar vardır ve bu doğaldır. Bu farklılıklar yokmuş ya da doğal değilmiş gibi çocuklar değerlendirilip etiketlendiğinde, öğrenme güçlüğü, dikkat eksikliği bozukluğu, bellek bozukluğu gibi sonuçlar ortaya çıkar. Çocuk bu etiketler altında tanımlanıp takibe alındığında ne olur?
Kalıplamayı hedefleyen ve kıyaslayarak derecelendiren eğitim süreci içinde ortalama kalıptan farklı çocuklar ezilir ve bu etiketler altında hem toplumun hem de kendi gözünde yanlış kimlikler kazanır. Umudu kırılır ve başarı için hiçbir çaba harcamaz hale gelir.
Çocukları kıyaslama sistemi içinde değerlendiren bir eğitim sistemi içindeyiz. Dünyanın birçok ülkesinde böyle. Tarihsel, ekonomik, kültürel ve sosyolojik nedenlerden dolayı sistem böyle gelişmiş. Eğitim sitemini oluşturanların ‘ortalama beyin’ için oluşturdukları eğitim sistemi farklı olanları ‘başarısız’ olarak tanımlayacak şekilde yapılandırılmış. Farklı çocuklara farklı eğitim olanakları yaratmak yerine, onları ‘ortalama beyin’ beklentisi çerçevesinde yetersiz, bozuk, ‘kötü’ olarak etiketliyor.
Farklı beyni, farklı yetenekleri olan çocuğun annesi ve babası çocuğa baskı yapıyor, ‘sen de diğerleri gibi yapabilirsin; tembellik yapma, çok çalış,’ diyor. Çocuk başaramayınca onu tembellikle, ilgisizlikle, sorumsuzlukla suçluyor.
Sonuçta kendini sevmeyen, kendini yetersiz, eksik ve değersiz gören insanlar yetişiyor. Eğitimin amacı bu değil, ama böyle hisseden çok sayıda çocuk var. Bu çocukları nasıl geri kazanabiliriz, sorusu önemli bir soru. Ama bence daha önemli soru: Çocukları bu hale düşürmemenin bir yolu var mı, sorusu.
Her bir çocuk kendi yetenekleri çerçevesinde keşfedilip eğitilirse büyük bir şevk ve enerjiyle eğitime katılırlar. Bunun çok örnekleri var. Boyner Yayınları’ndan çıkan bir kitap okuyorum: Her Çocuk Başarabilir. Yazarı Dr. Mel Levine. Bu kitapta Dr. Levine birçok çocuğun klasik kıyaslayıcı eğitim sistemindeki başarısızlıktan özel yetenekleri keşfedilerek başarılı olmaya nasıl geçtiğini anlatıyor. Bu kişiler eğitimlerinden sonra büyük bir güçle yaşama üretici bireyler olarak atılıyorlar.
Ama bireyselliği böylesine hesaba alan ve onu diğerleriyle kıyaslamadan eğitip geliştiren bir eğitim sistemini nasıl oluşturacağız?
Böylesine bireyselleşmiş bir eğitim sistemini geliştirip sürdürebilmek çağımızın en önemli konularından biri; ABD gibi bireyin tekliğine değer veren toplumlar da bile başarılabilmesi zor görünüyor. Bireyi önemsemeyen, eğitimi kitlesel özellikler oluşturmak için bir araç olarak gören toplumlarda, birey odaklı eğitim bir hayal olarak bile henüz konuşulamıyor.
İş adamlarımız dünya piyasalarında varlık göstermeye başladı; bu yüz yıl önce akla hayale gelmeyecek bir durumdu.
Bilim insanlarımız ve düşünürlerimizin eğitim sistemini yeniden düzenleyebileceğine ben inanıyorum.
Ne zaman, bilmiyorum.
Ama ‘doğru olanın farkına varan’ ve ‘doğruyu bilen’ insanlarımızın ‘doğru olanı yapmak’ konusunda güçlü ve iradeli olacağına inanıyorum.
Doğan Cüceloğlu (14/10/2012)

18 Ocak 2013 Cuma

ÇOCUKLARIMIZI KORUYALIM....

Alerjik hastalıklar ,her geçen gün artıyor.Salgın hastalık olarak nitelendirsek yeri var.Dünya sağlık örgütünün tespitine göre 300 milyon kadar astım hastası var.Türkiyede ise her 5 çocuktan biri alerjik,her 10 çocuktan biri astım tanısı ile tedavi ediliyor.Bu insanların yaşam kalitesini düşürüp,psikolojik sıkıntılara sebep oluyor.Alerji,endüstriyelleşmiş ve gelişmiş toplumlarda daha çok görülüyor.Bunların başında Amerika,avustralya ve ingiltere geliyor.Doğal yollarla hayatını sürdüren kesimlerde alerji ve astım daha az görülüyor.Alerji tohumları gebelikte atılıyor.Annenin sigara içilen ortamda bulunması yada kendinin sigara içmesi astım olma riskini artırıyor.Kullanılan kimyasallar,şehir ortamında soluduğumuz kirli hava da çocukların alerjik olmasına neden oluyor.Alerji, çocukta yanaklarda kuruma olarak kendini gösterir,daha ilerki safhalarda bu tüm vücuda yayılır.Bu kuruluk dökülmelere ve kaşıntıya neden olur.Tip 1Diyabetten sonra yaşam kalitesini düşüren ikinci sıkıntı veren hastalıktır alerjik hastalıklar.Alerjik çocuklara mümkün olduğunca yumuşak sünger ile banyo yaptırılmalıdır.Aksi döküntüyü,kaşıntıyı artıracaktır.Alerjik çocuklarda terlemeye dikkat edilmelidir.Bu egzamanın artmasına  neden olacaktır.Bu yüzden terletmeyen pamuklu kumaşlar tercih edilmelidir.kıyafetlerin organik pamuk olmasına özen gösterin,sadece pamuklu olması da yetmiyor.6 kilogramlık pamuk üretimi için 2 kilo böcek ilacı kullanılması gerekiyor.organik pamuk olmasına bu yüzden dikkat edelim.şampuanlar,yumuşatıcılar alerjiyi tetikliyor.Alerji ,kişinin geninde kromozomlarında var.Uygun ortam sağlanmaz ise alerji ortaya çıkar.Çocuklarımıza iyi bakıyoruz evet ama doğar doğmaz kremler,losyonlar sürüyor ,iyi olduğunu,doğal olduğunu düşündüğümüz kremlerle kimyasallarla karşılaştırıyoruz,araştırmalarımda buhar makinesinin kesinlikle alerjik hastalıklara iyi gelmediğini öğrendim.Bu makineler ev içindeki rutubeti ve tozu artırarak alerjinin ilerlemesine neden oluyormuş.Evimizi daha sık havalandırmamız gerekiyor,klimalı ortamlar da alerjik çocuklar ve yetişkinler durmamalı......ve sağlık sisteminin yanlış işlemesi erken tanının gecikmesi bu hastalığı artırıyor.Çocuğa bronşit deniyor,enfeksiyon var diye antibiyotik tedavisi uygulanmaya kalkışılıyor.Dikkat edelim ve bu hastalığı çocuklarımıza yaklaştırmayalım,günyüzüne çıkmasına izin vermeyelim.

4 Ocak 2013 Cuma

BEBEĞİNİZİN SAĞLIĞI

                                                  Gaz ağrısı nasıl engellenir?

  • Bebeğinizi mümkün olduğunca anne sütü ile besleyin.Çünkü anne sütü bebeklerin sindirebilmesine en uygun,doğal besindir.
  • Emzirme aralığınızı en az 2 saat olarak ayarlayın,aksi takdirde saat başı emen bebeklerde sindirilen ve  sindirilmemiş süt karışarak gaz yapabilir.
  • Sakin olun,bebeğe şefkatle ve güvenle yaklaşın.
  • Bebeği aşırı sıcak veya soğuk ortamlarda bulundurmamaya özen gösterin.
  • Bebeğinize dar kıyafetleri üst üste giydirmeyin.
  • Mama veya bebek sütü hazırlarken hijyen kurallarına uyun.
  • Bebeği yan olarak veya karın üstü yatırın ve karın üstü yatarken sürekli gözetleyin.
  • Karnına ve ayaklarına ılık bezler koyun.
  • Her beslenmeden sonra gazını çıkartın.
  • Sakin olduğu bir zamanda bebeğin karnına masaj yapabilirsiniz.
  • Bebeğe rezene çayı verebilirsiniz.
  • Bebekte yaşanan gaz probleminin nedeni annenin beslenmesi olabilir.Bu nedenle bebeğinizi emzirdiğiniz dönem boyunca gaz yapıcı yiyecekler  tüketmemeniz ve sindirimi rahatlatacak besinler almanız faydalı olacaktır.

20 Aralık 2012 Perşembe

MENTAL ARİTMETİK NEDİR?

Mental aritmetik eğitimi, 5-14 yaş grubu çocuklar için uygulanabilen beyin geliştirme programıdır.Çocukların hesap makinesi,kağıt ,kalem kullanmadan aritmetik işlemleri çok hızlı ve doğru biçimde yapmasına olanak sağlar.Bellek,konsantrasyon,gözlem odaklanma ve reflekslerini geliştirerek beyin sağ ve sol loblarının gelişmesine ciddi katkıda bulunur.
               Çocuğun bu eğitime başlaması için en uygun zaman 0' dan 9' a kadar olan sayıları yazmaya başladığı dönemdir.Anaokulundan itibaren,ilkokul 1. ve/veya 2. sınıfa kadar,çocukların en iyi öğrenme ve kavrama beyin gücüne sahip oldukları dönemdir.Çocuk, matematik kavramlarını anlamaya başladığında,beynin yeteneklerini ve özümsel yapısını beslemek için en doğru zamana gelmiş demektir.Abaküs temelli beyin geliştirme programı matematik ve hesaplamalar ile ilgili kavramların temel eğitimini sunar.Ayrıca bu yöntem çocuğun okul derslerindeki yükünü azaltır.
                                                                                                        
                                                BEYİN GELİŞİMİNİN EVRELERİ
  • 3 YAŞ:Beynin %60 gelişmesi beklenir.Çocuğun algısının en yüksek olduğu zamandır.
  • 3-8 YAŞ:Beyin%20 daha gelişmiştir.Öğrenme ve algılama 3 yaşındaki çocuklar gibi değildir.Ancak daha fazla olanaklar sağlanırsa çocuk şaşırtıcı sonuçlar elde edebilir.
  • 8-14 yaş:Beyin % 10 daha gelişmiştir.Eğer öğrenmeye bu yaşta başlanırsa,büyük çaba harcamak gerekir.
  • 14 YAŞ SONRASI:Eğer çocuk öğrenmeye bu yaşta başlarsa,olumlu sonuç almak daha da zorlaşır.Daha çok disiplinli çalışmak zorundadır.
                                      ABAKÜS TEMELLİ BEYİN GELİŞTİRME PROGRAMI İLE ABAKÜS ÖĞRENMENİN AVANTAJLARI NELERDİR?
  • Kararlılığı ve hesaplama becerisinin hızlılığını mantıksal nedenlerle artırır.
  • Hafızayı güçlendirir.
  • Anlama seviyesini ve hızını artırır.
  • Daha uzun konsantrasyon süresi sağlar.
  • Daha yüksek öğrenim kapasitesi  ve özsaygı sağlar.
  • Hayal gücü yeteneğini ve görsel hafızayı artırır.
  • Daha üstün gözlem/zihinsel canlandırma(hayal etme)yeteneği sağlar.
  • Kesin hüküm verme/dinleme becerisi kazandırır.
  • Öğrenirken eğlenmenin ve stresi azaltmanın huzurunu yaşatır.

TUVALET EĞİTİMİ

Genellikle çocuklar yürümeye başladıktan sonra idrar ve dışkıyı tutacak istemli kasları da gelişmeye başlar.Bu eğitime yavaş yavaş 12-15 aylar arasında başlayabilirsiniz.Ancak hiçbir zaman zorlayıcı olmamalıdır.Genellikle büyük abdestin eğitimi iki yaş civarında tamamlanır.Gece altını ıslatmalar  da üç-dört yaşına dek sürebilir.Bunları olağan karşılamak,çocuğun bu konuda inatlaşmasına neden olacak baskılardan kaçınmak,onunla alay etmemek ve cezalandırmamak çok önemlidir.İdrarını yada büyük abdestini söylediğinde alkışlamak,ödüllendirmek,mutlu yüzler çizmek,bir hafta hiç altını ıslatmamışsa ona bir hediye almak gibi yöntemlerle idrarını ve dışkısını söylemesini teşvik edebiliriz ama cezalandırmak asla önerilmez ruhsal yönden çocuğu yaralayabilir. 


kaynak.Arda gürsel,Beril koparal ,Almıla öztosun.                            Tuvalet eğitimi, çocuğun sosyal gelişiminde önemli bir basamaktır. Her çocuğun tuvalet eğitimine hazır olma yaşı farklıdır Bazıları 18-24 ay arası buna hazır olma belirtileri gösterirken, bazı çocukta ise 30 aya kadar beklemek gerekecektir. 

ÇOCUĞUN TUVALET EĞİTİMİNE HAZIR OLDUĞUNU GÖSTEREN İPUÇLARI:
                
Çocuk, gündüzleri en az 2 saat kuru kalmaktadır.
Öğle uykularından kuru kalkmaktadır.
Bağırsak hareketleri belli zamanda gerçekleşmekte, önceden tahmin edilebilmektedir.
Tuvalet ihtiyacını çeşitli hareketlerle veya sözle ifade etmektedir.
Çocuk; basit talimatlara uymakta, banyoya gidebilmekte ve soyunabilmektedir.
Bezi kirlenince rahatsız olmaktadır.
Tuvaleti kullanmak istemektedir.
Bunun dışında , çocuğun eğitime duygusal olarak ta hazır olması gereklidir. Eğer direniyorsa, onu zorlamayın! Sadece biraz daha zamana ihtiyacı olabilir. Zorlayıcı bir tuvalet eğitimi, çocuğun kendini kötü hissetmesine yol açar, kalıcı problemlere, kabızlığa yol açabilir.Ev taşıma, kardeş doğumu, ailede ölüm, ayrılık gibi stresli dönemler denemeye başlamak için uygun zamanlar değildir.
dr NİLÜFER TOPRAKÇI
                                                                       

18 Aralık 2012 Salı

BEBEĞİN ANNE SÜTÜNDEN AYRILMASI......

Merhaba hayatın kokusu takipçileri,bugün size içinde olduğum bir durumu ve bu konuda edindiğim bilgileri hayatın kokusu tadında anlatmaya çalışacağım........Emzirme anne ve bebeğinin arasındaki bağı güçlendiren  bir durumdur.Aralarındaki sevgi
bu süreç devam ettikçe daha da büyür,ve annenin yeri apayrı bir yerdedir bebek için....ilk 6 ay annesütüne devam etmelidir.Daha sonra anne ve bebeğin durumuna göre  sütten kesme gerçekleşebilir.En uygun zaman 1 yaş sonrasıdır.,bazı uzmanlara görede bu sınır 2 yaştır.Bebeğin  1 yaş sonrasında emmek için çok sık uyanması  buna bağlı olarak ortaya çıkan uykusuzluk ve emdiği için gıda alımında azlık görülmesi  sonucu sütten kesmede yarar vardır.Sütten kesme anne ve bebeği için zor bir süreçtir.Bu anne ve bebeğin arasındaki bağı asla koparmaz fakat anne duygusal davrandığı zaman ciddi problemler yaşayabilir.Anne kararlı olmalıdır bebeğine bunu uygun dille anlatmalıdır.Artık sütünü bardaktan içeceğini,bu durumun büyümüş olduğu ile ilgisi olduğunu anlatmalıdır.Ve bebeğiyle yemek zamanları daha da yakından ilgilenmeli ,gerekirse onu kendi beslemelidir.şefkati hissettirmelidir anne.....Bu emzirmek kadar önemlidir .Anne bebeğiyle daha çok vakit geçirmeli daha çok oyunlar oynamalıdır.Tabiki bu süreç zamanla olmalı,ilk zamanlar,gündüz emzirmeleri azalmalı ,daha sonra sınır koyulmalı bebeğe ve sadece hava kararınca emmesi gerektiği anlatılmalıdır.ve bir süre sonrada bebeğin  yatağına yattığında emmeden uyuması sağlanmalıdır,şu an oğlumla her akşam onun yatağına uzanıyoruz ve o bana 'anne hadi kitap okuyalım 'diyor.ve resimlere  bakarak anlatmaya çalışıyor kitaptakileri...bazen gözlerimin içine öyle bir bakıyorki içimi yakıyor o bakışları ama artık emzirmeyeceğimi anladığı için üstüne gitmemeye çalışıyor sanki resimlere bakmaya devam ediyor ve bir süre sonra uyuyakalıyor...her anne gibi bu durum beni de zorluyor.Oğluma hissettirmemeye çalışıyorum ama o ağladıkça zor zamanlar geçiriyorum.Bugün 4.gün  ve geçsin istiyorum,unutsun diyorum.Gerekli bu ikimizin sağlığı içinde, bir süre sonra aşırı olan her durum zarar vermeye başlıyor çünkü.....  ama hala bir umudu var benim umudumunda olduğu gibi.........(                                                                              HAYATIN KOKUSU

16 Aralık 2012 Pazar

Çocuk Gelişiminde ORFF nedir ?

Orff-Schulwerk'in Temel Görüşleri:
  • Dans ve müzik insanın bedensel, ruhsal ve zihinsel gücünün elementer biçimde dışa vurumudur.
  • Dil, dans ve müzik çocuğun birbirinden ayırmadığı hareket alanıdır.
  • Başlangıçtan beri şarkıya çalgı eşlik eder.
  • Kulaktan kulağa geçen veya nota yazımı yapılan müziği veya geleneksel dans formlarını uygularken yaratıcılık katılır.
  • Her insan kendini (duygularını) müzik ve hareketle ifade etme potansiyeline sahiptir.

    Orff-Schulwerk'in geliştirilmesi için yıllar içinde çeşitli ülkelerde birçok uzmanın yaptığı çalışmalarda bu fikirlerin ve modellerin yalnız erken eğitimde değil, gençlerin ve yetişkinlerin eğitim sürecinde de kullanılabileceği ortaya çıkmıştır. Orff-Schulwerk'in sosyal pedagojide ve terapide kullanımı özellikle önem kazanmıştır.
GUNILD KEETMAN
CARL ORFF
Orff-Schulwerk kavramının anlam ve içeriğini doğru ifade edebilecek bir Türkçe karşılık bulma denemesi:
Giriş Notu
Aşağıda / ekte okuyacağınız "Orff-Schulwerk'in Türkçe Karşılığı Nedir?" başlıklı makalenin yazarı Katja Ojala Koçak Mozarteum Üniversitesi Orff Enstitüsü mezunudur. 1998 - 2005 yılları arasında Türkiye'de 'Elementer Müzik ve Hareket Eğitimi' konusunda yetişkinler ve çocuklarla birçok çalışma yapmış olan Koçak, Orff Merkezinin ilk müdürüdür. Türkçe bilgisi, konu ile ilgili Türkçe teknik terimleri ve tanımları karşılaştırıp irdeleyecek düzeydedir. Söz konusu yazı Almanca dışındaki dillerde sorun oluşturan 'Schulwerk' tanımının Türkçedeki kullanımını ele almaktadır. Üniversitelerimizde ve diğer eğitim kurumlarında Orff-Schulwerk Elementer Müzik ve Hareket Eğitimi çalışmaları yapan eğitimcilerimizin bu konudaki görüşlerini Orff Merkezi ile paylaşmalarını bekliyoruz.
Fatoş Auernig
Orff Merkezi Müdürü
ORFF-SCHULWERK'in Türkçe Karşılığı Nedir?
Katja Ojala Koçak
(Çeviri: Nazan Laslo)
Terminolojide Karmaşa
Türkiye'de müzik eğitimi alanında Orff-Schulwerk konusundaki çalışmalar on yıllardır sürmesine rağmen, Orff Merkezi kuruluncaya kadar bu konuda bir literatür oluşmamış ve bilimsel metinlerin çevirileri yapılmamıştır. Bazı araştırmacılar ve bu alanda akademik çalışma yapanlar kendi amaçları doğrultusunda konu kapsamındaki bazı metinleri Türkçeye çevirmiş veya bu işi çevirmenlere yaptırmışlardır. Bunun doğal sonucu olarak terminolojide bir karmaşa ortaya çıkmış, ortak kavramları içeren bütünsel bir dil meydana gelmemiştir. Prof. Ali Uçan bu sorunu 2003 yılındaki Uluslararası Orff Sempozyumunun açılış konuşmasında şöyle ele almıştır: ". Buna Orff'un 'Elementer Müzik Eğitimi' adlandırmasına dayanılarak önceleri 'Elementer Müzik Eğitimi' deniliyordu; sonraları onun yanı sıra 'Orff Öğretisiyle Elementer Müzik Eğitimi', 'Orff Anlayışıyla Elementer Müzik Eğitimi' ve 'Orff Anlayışı Çerçevesinde Elementer Müzik Eğitimi' de denilir oldu. Bugün de böyle denilmesi sürdürülmekle birlikte bunların yanı sıra 'Orff Öğretisiyle Temel Müzik Eğitimi' ya da 'Orff Anlayışıyla Temel Müzik Eğitimi' de deniliyor." (Uçan: Türkiye'de Müzik Eğitiminin Gelişimi, Orff Okul Öğretisinin Tanımı - Uygulanımı - Uyarlanımı ve Orff Anlayışıyla Temel Müzik Eğitiminin Genel Durumu; s. 11, 2003). Bu tanımlamalardan hiç birinin, Orff-Schulwerk'te müzikle ayrılmaz bir bütün oluşturan "Hareket", "Dans" veya "Hareket / Dans Eğitimi", "Dil" veya "Dil Eğitimi" kavramlarını içermemesi dikkat çekicidir.
http://www.dilokulum.com/images/OrffPage1.jpg 
"Schulwerk" Kavramı
"Schulwerk" sözünün içeriğini anlayabilmek için tarihsel, pedagojik gelişimi bilmek gerekir.
"Orff-Schulwerk tanımlaması ilk kez 1930 yılında Carl Orff ile Schott yayınevinin (Schott-Verlag) görüşmeleri sırasında ortaya çıkmıştır. Bu tanım Paul Hindemith'in op. 44 Schulwerk für Instrumentalzusammenspiel ile Elma ve Erich Doflein'in Geigenschulwerk yapıtlarının başlıklarına dayanır. Schulwerk belli becerileri öğrenmeye yarayan bir taslak / tasarım anlamını taşır." (Kugler: Zur Geschichte des Orff-Schulwerks; s. 64, 2003).
Yirminci yüzyılın başları Almanca konuşulan ülkelerde reformist eğitim dönemidir. Bu pedagojik reformun kökleri eskilere uzanır: Daha on dokuzuncu yüzyılın başında Pestalozzi, insanın kendiliğinden yapma eylemi üstüne yazmıştır. Jungmair (Das Elemantare, s. 15, 1992) Pestalozzi'den şu alıntıyı yapar: "Elementer eğitim fikri, insan türünün kalıtımsal özelliklerinin ve gücünün eğitilmesi ve geliştirilmesinin doğaya uygun olması fikrinden başka bir şey değildir." Müzik eğitimi alanında Bela Bartok, Zoltan Kodaly ve Emile Jaques Dalcroze kendi konseptlerini ortaya çıkarmışlardır. Genel pedagoji sahasında Maria Montessori'nin "birbirinden tümüyle farklı varlıklar olarak çocuklar ve yetişkinler" hakkındaki görüşleri yaygınlık kazanmıştır. (Jungmair, Das Elementare, s. 31, 1992). Yaparak öğrenmeyi tanımlayan "Werkschule" kavramı da aynı sırada ortaya çıkmıştır. Yirminci yüzyılın başlarında Georg Kerschensteiner "Arbeitsschule" tanımını yerleştirmiştir: Ezberleyerek öğrenmeye ve kitaba dayalı okulun karşısına çıkan farklı seçenekler bu başlık altında toplanmıştır: "Kendiliğinden yapma uğraşının ve eylemin pedagojik ve yöntemsel bir nitelik olarak görülüp dikkate alınmasıyla pasif öğrenim biçimleri aşılır." (Henrike Beck, Rixta Schliep: Reformpädagogik, internet, 1996). Eylem ve kendiliğinden, içten gelen itki ile yapma konusundaki prensipler Orff-Schulwerk'in genel pedagojik prensipleri içinde yer alır: "Müzik ve dans olgusu insanı tüm antropolojik boyutlarıyla -devimsel, duygusal, zihinsel ve sosyal olarak- içine alır. Müzik yapan / dans eden insan üretim, çoğaltım, alma ve yansıtma gibi çok değişik çalışmalarda kendi yaratıcı kişiliğini ve birlikte oluşturma becerisini yaşayarak görür." (Jungmair: Elementare Musik- und Bewegungserziehung - Prinzipien und Grundlagen; s. 44, 2003).
"Schulwerk" sözcüğü belli tarihsel koşullardan gelir. Bu sözcüğün Carl Orff tarafından seçimi, o dönemdeki (reformist) eğitim politikalarının yarattığı atmosferin, kendi çevresinin etkilerinin ve müzik eğitimi konusundaki devrimci düşüncelerinin bir sonucudur. "Pedagoji ile ilgili fikirlerin kaynağı nedir sorusuna, doğal yeteneği işaret ederek yeterli bir yanıt verilemez. Besteci olarak ve Günther okulundaki öğretmenlik görevinin yanında Orff, yirminci yüz yılın ilk yarısındaki reformist eğitim hareketinin gelişimini izlemiş midir? Birçok kişi ve kuruluş eğitimin derinliği, şema karşısında kişilik, doğaya, sanata, müzik ve dansa yakınlık konularıyla ilgilenmiştir. .Zihinsel, ahlaki ve bedensel boyutları geliştiren sosyal ve ortak çalışmaya yönelik eğitim o dönemde önemli bir buluş olarak ortaya çıkmıştı." (Regner: Carl Orff und seine pädagogischen Ideen; s. 68, 2002). Werner Thomas'a göre Orff, sözcük seçimiyle yüzyılın başındaki ideolojik iklime katılmamıştır: "Orff-Schulwerk'in etkisinin tarihi aynı zamanda yanlış anlamaların da tarihidir. 20'li ve 30'lu yılların bilincini yansıttığı ve bu yüzden ideolojik olduğu itirazı yakın olduğu kadar yanlıştır da. Zira bu belirleme eserin/ işin kendisini değil, yorumunu, müzik eğitiminin kuram ve uygulama olarak onu hangi koşullarda benimsediğini göstermektedir." (W. Thomas: Musica Poetica, s. 45, 1977).

10 Aralık 2012 Pazartesi

2 YAŞ SENDROMU

Merhaba hayatın kokusu takipçileri,bugün ;her anne babanın  yaşadığı zorluktan;2 yaş sendromundan bahsetmek istiyorum.2 yaşına kadar sorunsuz ,naif olan bebeğiniz birden inatçı,huzursuz bir döneme girer ve anne babalar  hep böylemi olacak diye düşünmeye başlarlar.inanın çocuğunuz var ise hayatın her döneminde; mutluluklarınız  olduğu gibi sıkıntılarınız ,huzursuz dönemlerinizde olacaktır.Yeterki nasıl atlatmanız gerektiğini bilin.Benim oğlum 2,5 yaşında,bebeğim küçükken bu dönem hakkında bilgiler aldığımda,kitaplar okuduğumda açıkçası korktum.Nasıl geçecek diye düşündüm.Mesele sabırlı olmaktan geçiyor ve bilinçli olmaktan tabiki.Bunlardan ikiside varsa kolay geçecektir bu dönem.Bu dönem, ben yapacağım dönemi bir nevi,herşeyi kendileri yapmak isterler;çünkü bu dönem kendini kabul ettirmeye çalıştığı dönemdir çocuğunuzun.Bende varım der çocuğunuz.Eğer bunun farkındaysanız işiniz daha da kolaylaşacaktır.Bu dönemin başlarındayken oğlum bir su istediğnde bile sorun yaşıyorduk,bardağa suyu koyup verdiğimde 'ben kendim koyacağım 'diye bağırmaya başlıyordu,ağlıyordu.Zamanla onu anladıkça her istediği şeyi onun yapmasını sağladım.Bardağa suyu kendi koyuyor ,yemeğini kendi yiyor,oyuncaklarını kendi topluyor.Bunların hepsini yapıyor evet ama dökmeden ,kirletmeden değil tabiki :)  bunun için  de önceden önlemler alın.Yemek yediği yere bir örtü,eğer örtü sermiyorsanız alacağınız önlem güçlü bir leke çıkarıcı olsun:).Bir diğer mesele de çocuğunuzu tanıdıkça işinizin daha da kolaylaşacağı.......Oğlum Fatih poyraz huzurlu bir saatindeyse eğer,yemediği bir yemeği,'Ben çorba yiyeceğim,ben çorba yiyeceğim harika olmuş 'diyerek yediriyorum,'  anne ben de yiyeceğim 'diyor ve zafer benim oluyor. Huzursuz bir saatinde ise 'Fatih poyraz yoğurt yemezki' diyorum.Benimle inatlaşacak ya 'hayır poyraz yiyecek 'diyor.Ve istediğimi yine yaptırıyorum.Çocuğunuzu anlamaya çalışın,onu tanıyın,bu çok önemli.......  Bazı çocuklar bu dönemi zor atlatırlar,annelerinin her gün yeter artık diye bağıracağı kadar........bazılarıda çok rahat,onlarda şanslı ebeveynler.Şanslı tarafta olmanız dileğiyle....Bu dönemi sizlere kendi izlenimlerimden yola çıkarak anlatmaya çalıştım,bu zamana kadar okuduklarımdan, aklımda kalanlardan bahsettim. Çocuğunuzun özgüveninin geliştiği bu dönemde ona yardımcı olun.Gelecekteki bir delikanlının yada genç kızın hayatının temellerini attığınızı unutmayın.........Ve en önemlisi sevgi,her fırsatta ona sarılın,öpün,verebildiğiniz kadar verin sevginizi.........çocuğunuz bir daha 2 yaşında olmayacak...........Her anı güzel değerlendirin......


HAYATIN KOKUSU

Hayatın kokusu

Translate