'Yakup,Leyla ve Halil yollarında gidiyorlardı.Onları düşsel bir kavşakta ben buluşturdum.Yol arkadaşlığı yapan bir üçlüden çok yazgıları kesişmiş üç kişi gibi geldiler bana.Tanıdığım insanlardı hepsi;içlerinde benden ve sevdiklerimden parçalar vardı.İyi anlaşacaklarını umuyordum başlangıçta;ne varki onları oluşturan çizgiler netleştikçe,umduğum gibi geçimli olamayacaklarını anlamak zorunda kaldım.(...)Onların yola bakışlarına,beklentilerine ya da hüzünlerine göre değişiyordu her şey.O zaman da yürüdükleri yol aynı olmaktan çıkıyor,üçü için üç ayrı gerçeğe dönüşüyordu.Attıkları her adım onları yalnızca geçmişlerinden değil,birbirlerinden de uzaklaştırıyordu böylece.Zamanla bunun zaten tüm yollar için geçerli olduğunu,iki kişinin aynı yoldan yürümesinin olanaksızlığını da öğrendim.Yol imgesinin her daim taze kalmasının asıl nedeni buydu demekki.'
Merhaba hayatın kokusu takipçileri,Tuna Kiremitçi'nin Yolda Üç Kişi romanını 18.07.2005 yılında okumuşum.....yıllar nasıl da geçmiş,sizler yaparmısınız bilmem ama bir roman aldığımda hemen ilk sayfasına aldığım günün tarihini ve adımı yazarım...alışkanlık olmuş.Aileden kalma bir üslup bu.İlk sayfasına yine mor renkte pastel boya ile iki çiçek çizmişim..bunlar bile birçok şeyi hatırlatmaya yetiyor.Arka kapak yazısına bakarken,yine boş olan en son sayfasına bir yazı yazılmış;Canım kardeşim,
Hayatta hep mutlu ol,
Günlerin hep huzurlu geçsin,
Her geçen günün bir öncekinden çok daha güzel olsun.
Ömrünü mutluluklarla ve sevgi dolu kahkahalarla geçirmen dileğiyle.
Gurbet ablan Zeynep:)
İzmir de geçirdiğim bir tatilde aldığım romanın sayfalarından dökülen haylaz günler ,tasasız hisler................
Romandan bir paragraf
Eski filmlerde kadınların caddelerde ağlayarak yürüdüğü sahneler vardır.Hollywood yüzünden bir klişeye dönüşmeden önce sinema sanatının en güzel sahneleri hep onların arasından çıkmıştır.Erkeklerin düşlerini süsleyen pek çok kadın oyuncu en az bir kez geniş bir caddede ağlayarak yürümenin tadına varmıştır. Özellikle gece çekildiğinde,filmin geri kalanını gölgede bırakacak bir şiirsellik kazanır sahne.Üçlü bir aşktır bu;gece kadının gözyaşlarını öper,cadde gecenin derinliklerine akar,kadının ağzında caddenin erkekliği vardır.Kandilli iskelesi'ne doğru hızlı hızlı,gözpınarlarını durdurmaya çalışarak yürüyen Leyla'ysa otuz sekiz yaşında bir kadın.Bir işi,bir çocuğu ve elinde sıkı sıkı tuttuğu bir mektubu var.Yaşama ilişkin gölgeler iki yanından belirsiz bir biçimlerde akıp gidiyor ve doğup büyüdüğü kentte kendisini bir yabancı,yurdundan uzak bir gezgin gibi hissediyor şimdi.....
Eski günleri hatırlamak insanı hüzünlendiriyor.O günlerin kıymetini bilememek.Bir yandan tatlı bir tebessüm geçmişe gidiyorsun, o gün annenin yaptığı çöreğin kokusu,kardeşlerinle izlediğin dizi keyfi,odamıza çekilip yaptığımız sohbetler,alışveriş sonrası hazırladığımız 5 çayı sofraları.çooooook güzel günlerdi çok.Rüyalarımda keçiörende ki evimizdeyiz hep.Keşke bu günümüzle geçmiş günlerimizi birbirine geçmiş bir şekilde yaşayabilsek:::))
YanıtlaSilne güzel de anlatmışsın eski günlerimizi,dünyaya değer günlerdi,hep birlikte oluşumuzun tadi bir başkaydı...şuna eminim abla bundan 5 yıl sonra da bu günlerimizi arayacağız;insanoğlu böyle hep geçmişe özlem duyuyor.keşke zamanında doya doya yaşasak o güzel günleri.......keşke arada geçmişe gidip 6 kişilik ailemizle o günleri yaşayıp tekrar bugüne gelsek,hayali bile güzel:)
YanıtlaSil